Tuesday, 19 May 2009
demlenme
bu çayı kim demliyor?
o ayrı bir konu.
yoksa metaforun oyunlu aldatmacası mı demleyen.
neyse; ondan daha önemli olan mesele şu...
demlikten akan şey herne ise, biz kendimiz, o akan ile içilen arasında, demliğe takılı bir süzgeçiz. hayatın demlendiği demlik de, demi süzen süzgeç de biz. fakat, içen bir değil, çok. biz, siz, onlar...
kişinin hayatı, bir çay partisi, kırk yıl hatır yazıcı, "paylaştıkça artan tad"...
ya da yalnız hayatlar yaşamak zaten imkansız.
belki yalnız yaşananlar zaten hayat değil.
zaten kim şahit olabilir ki yalnızlığınızda yaşadıklarınıza...
işin doğasına aykırı.
ötesi ne?
aklımda hep bir kısım kadınlara ait yüzler canlanıyor.
bileklerime kadar denize giriyorum...
Monday, 18 May 2009
Londra izlenimleri
İki hafta kadar önce, tam olarak 25-28 nisan tarihleri arasında Weirdo ile birlikte Londra'ya bir seyahat yaptık.
Binaların insanlara kolay kolay geçit vermediği bir yer Londra. İngiltere üzerine çokça duyduğumuz sanayi devrimi hikayeleri mi acaba bana bu görüşü dayatıyor diye sormadım değil kendime aynı zamanda. Fakat her ne kadar sorgulasam da önüne geçemediğim his, Londra'da insanların misafir olduğu. Londra binaların, üretimin hatta daha da genel bir şekilde çalışmanın şehri.
İnsanlara daha fazla yaşam alanı sunabilen şehirleri daha çok sevdiğimi, Paris'i sabahtan akşama kadar kötülememem gerektiğini Londra'da anladım. Belki de evvelinde İstanbul'u yaşamış ve Stockholm'ü görmüş olmak Londra'dan bir miktar hayal kırıklığıyla ayrılmama sebep oldu. Keza beklentilerim yüksekti. Paris gibi monochoromatique bir atraksiyon parkı olmayacağını, yabancılara, farklı kültürlere daha açık bir yer olacağını bekliyordum. Nitekim bu konularda beni hiç yanıltmadı Londra. Fakat tüm bunların var oluş biçiminin aslında bir toplum sözleşmesi olduğunu düşünüyorum. Özünde böyle güzel olduğundan ya da ingilizler böyle bir hayatı daha çok sevdiklerinden değil de, değirmenin dönmesi açısından bir gereklilik arz ettiği için Londra çeşitliliği benimsemiş gibi.
Thames'in etrafında doğru dürüst bir yürüyüş parkurunun bile olmayışı, pub'ların içki servisini yıllar geçtikçe daha erken bitirmeleri ve insanların adeta başka bir eğlence şekline yer bırakmayacak bir biçimde club'lara "aktıkları" bir yer Londra. Tüm bunların da mevzu bahis toplum sözleşmesin içinde birer yeri ve sebebi var kanımca.
Yeniden görmenin ve tekrar tekrar anlamaya çalışmanın gerekliği ise aşikar.
Binaların insanlara kolay kolay geçit vermediği bir yer Londra. İngiltere üzerine çokça duyduğumuz sanayi devrimi hikayeleri mi acaba bana bu görüşü dayatıyor diye sormadım değil kendime aynı zamanda. Fakat her ne kadar sorgulasam da önüne geçemediğim his, Londra'da insanların misafir olduğu. Londra binaların, üretimin hatta daha da genel bir şekilde çalışmanın şehri.
Thames'in etrafında doğru dürüst bir yürüyüş parkurunun bile olmayışı, pub'ların içki servisini yıllar geçtikçe daha erken bitirmeleri ve insanların adeta başka bir eğlence şekline yer bırakmayacak bir biçimde club'lara "aktıkları" bir yer Londra. Tüm bunların da mevzu bahis toplum sözleşmesin içinde birer yeri ve sebebi var kanımca.
İstanbul dışında göreceğime inanmadığım bir kaosu da Tate modern gibi muazzam bir -sadece yapı ya da kurum diyemiyorum- olguyu da içinde barındıran bir yer Londra.
Yeniden görmenin ve tekrar tekrar anlamaya çalışmanın gerekliği ise aşikar.
Monday, 11 May 2009
Nuide
İki seçeneğim var.
Bir Sergiden İzlenimler başlığını atıp meta üretiminin kurallarının hayatın her köşesine sindiği bir çağda kendimi nasıl bir vampir gibi hissetmeye başladığımdan bahsedebilirim. Herhalde sıkıntımın en dolaysız dışavurumu bu olur.
Ya da Bir Sergiden Tablolar'ı dinleyip Kemal'le çalabilmemiz için düzenlemeye başlayabilirim. Hissiyatın sadece içkin ve sembolik olarak aktarıldığı, benim için tipik, sıkıntımın nesnesi için önemsiz bir enerji (enerjinin Türkçesini hatırlayalım) sarfiyatı, uzay boşluğunda bağırmak gibi bir şey.
Nuide, kekeme yalnızlığımız bizim.
Bir Sergiden İzlenimler başlığını atıp meta üretiminin kurallarının hayatın her köşesine sindiği bir çağda kendimi nasıl bir vampir gibi hissetmeye başladığımdan bahsedebilirim. Herhalde sıkıntımın en dolaysız dışavurumu bu olur.
Ya da Bir Sergiden Tablolar'ı dinleyip Kemal'le çalabilmemiz için düzenlemeye başlayabilirim. Hissiyatın sadece içkin ve sembolik olarak aktarıldığı, benim için tipik, sıkıntımın nesnesi için önemsiz bir enerji (enerjinin Türkçesini hatırlayalım) sarfiyatı, uzay boşluğunda bağırmak gibi bir şey.
Nuide, kekeme yalnızlığımız bizim.
Subscribe to:
Posts (Atom)