Wednesday 27 January 2010

Konuşulmayanlar -2-

The U.S. expected to have another atomic bomb ready for use in the third week of August, with three more in September and a further three in October.[75] On August 10, Major General Leslie Groves, military director of the Manhattan Project, sent a memorandum to General of the Army George Marshall, Army Chief of Staff, in which he wrote that "the next bomb . . should be ready for delivery on the first suitable weather after 17 or August 18." On the same day, Marshall endorsed the memo with the comment, "It is not to be released over Japan without express authority from the President."[75] There was already discussion in the War Department about conserving the bombs in production until Operation Downfall, the projected invasion of Japan, had begun. "The problem now [August 13] is whether or not, assuming the Japanese do not capitulate, to continue dropping them every time one is made and shipped out there or whether to hold them . . . and then pour them all on in a reasonably short time. Not all in one day, but over a short period. And that also takes into consideration the target that we are after. In other words, should we not concentrate on targets that will be of the greatest assistance to an invasion rather than industry, morale, psychology, and the like? Nearer the tactical use rather than other use."

Konuşulmayanlar -1-

After the Hiroshima bombing, President Truman announced,

If they do not now accept our terms, they may expect a rain of ruin from the air the likes of which has never been seen on this earth.

Sunday 17 January 2010

Hayatın kırıntıları




Hepsi bir yana, bir de insan var. Tanımı yapılamayan. Kah sonsuz kah sınırlı. Ne istediğini çok iyi bildiğini düşünmek üzere koşullanmış ancak kaybolmuş. Kaosun pençesine hapsolmuş bir varlık olarak insan var.

Oysa ki ne kadar da çok isterdim ben sana muhteşem bir şeyler yazmayı şu an. Neden acaba ? Daha çok sevilmek için belki, sanki şu ana kadar yeterince sevilmişim gibi.

Bütün gün boyunca bir kaç yazışmanın hayali bir kesişimi üzerine düşündüm durdum.

Sanatı yaratmak için bence muhteşem bir formüle sığınmak manasız. Bunu yaratmak adına gereken o muhteşem formülü aramak bence manasız. Tıpkı simyacılar gibi eldeki mevcut güzide çözümleri en iyi şekilde irdeleyerek sonuca varmak isteyen insanlar var. Hepsini özümsersek eğer bir adım öteye gideriz diyorlar.

O yüce formülü bulup da herkese öğrettiğimiz zaman ne kadar değerli olacak bu söylediklerimiz ?

Kimileri ise senin bu sanat dediğin, güzellik dediğin olgu; onu var olan benliğimizle sevebildiğimize göre, bizim hali hazırda içimizdedir, ancak bir anlamda zincirlenmişizdir diyorlar. Kendimizi yeterince salıverirsek eğer aşağı yukarı yirmi bin fersah olarak ölçülmüş o derinlikte bir miktar daha derine dalma imkanımız var diyorlar.

Kendimizi salıvermek midir zincirlerimizi kırmak, eğer bu kadar basitse neden bunu sürekli yap(a) mıyoruz ?

Ben kayboldum.

Beni yirmi bininci fersaha götürecek bir uzaylı yapımı denizaltının varlığına inanmıyorum. Beni daha derini görmeye itecek güzelliklerin değerini mevcut derinlikte anlıyorum. Belki de on metre aşağıda aynı hazzı yaratmayacaklar.

Bir diğer tarafta kendini salıvermenin en formülize en mühendisçe işlenmiş hali geliyor aklıma. Senin rast gele diyerek attığın o oltaya neden ola ki bir orkinos takılsın her defasında ? Neden ?

Dün geceden itibaren küçük benliğimle ben iletişim halinde bir kısa filmi oynar gibiyiz. Gözlemleyebildiğim en somut olgu müzik. Ona müzikte aradığı gibi bir formül olamayacağını anlatmaya çalışıyorum. Coltrane bu oktavı üçe/dörde böldü ancak onun bölmesi değildir o müziği güzel yapan. O müziği güzel addettiğimizden dolayı Coltrane'in o bölüşü anlamlı hale gelir. Berbat bir melodi çıksaydı keza düşünmezdik bile bunu diyorum kendimce. İzah etmeye çalışıyorum..

O karşımdaki sanal öğrenciye bunları anlatırken sanki o minik öğrenci kendime göre formülleştirmenin tam aksi diyeceğim kamptanmış gibi göründü hep. O formülleştirmeyi ben her ne kadar hiç beğenmeyip hiç sahiplenmesemde onun bakış açısına göre bu kavramı nerdeyse savunur halde buldum kendimi.

Karşımdaki o sanal gerçeklik tam anlamıyla bir matematiksel müzik aşığı olsaydı eğer ona tam da tersini savunuyor olacaktım gibi geliyor şimdi.

Tüm bu karmaşık anlatımdan yola çıkarak gün boyunca üzerinde düşündüğüm olgu ise aslında tamamen kaybolmuş olduğum.

Daha da enteresan olan ise bu kaybolmuşluktan kurtulmak adına yeni bir formül aramaktayım.. Gerekirse Gödel'e sığınır bırakırım bu mevzuyu ancak adlandırmakla, tanımlamakla tatmin olmuyor ihtiraslar.

Bütün bu yakınsama arayışı içinde farkettiğim şudur ki, şimdiye kadar söylediklerimin tamamını bir formül olarak ele alırsak eğer... Tamamı yanlıştır. Bana inanmazsan Gödel'e inan en azından o ispatını yapmış !

O hayat denen nanenin ne tamamını görmek ne de kocaman bir pastaymışcasına kenarından orta yerine kadar 'hart !' diye ısırmak nasip oluyor.

Gün gelir de bu elimdeki kırıntılardan kocaman bir pasta yaparsam eğer fotoğrafını da buraya koyarım mutlaka.

Ps: İstiyorum ki, günün birinde bu blogu birileri okusun söylediklerimin aslında ying ve yang olduğunu söylesin bana. Ama ne olur güzel anlatsın, benim gibi yapmasın. Olur mu ?